Neden Hasta Oluyoruz?

Neden Hasta Oluyoruz

Neden Hasta Oluyoruz?

Neden Hasta Oluyoruz?

Neden Hasta Oluyoruz

Yoksa “Bağışıklık Fıçımız” mı Doldu?


“Neden hasta oldum?”, “neden şimdi?”, “neden bu hastalık?” Doktorların cevabı da sıklıkla tatminkar değildir: “genetik faktörler”, “ bünyen yapıyor”, “Şunu yediğin, bunu içmediğin, az hareket ettiğin, çok üzüldüğün için”. Söylenenlerden genelde tatmin olmayız, sorularımızın çoğu yanıtsız kalır. Özellikle de “Neden şimdi?” sorusu; “madem genetik faktörler önemli, neden şimdi, neden 5-10 yıl önce değil?”

Aslında açıklama basit. “Bağışıklık fıçımız” ağzına kadar dolmuş, taşmaya başlamış ve bu durum kendini hastalık olarak gösteriyor.

“BAĞIŞIKLIK FIÇISI” da ne? Elbette bir benzetme bu. Vücudumuz kendine zarar veren faktörleri temizlemek için bağışıklık sistemini kullanır. Bir çöp kovası gibidir bağışıklık sistemi, ya da çöp öğütme makinesi gibi. Her tür zararlı etken bu fıçıya atılır, orada muhafaza edilir. Zaman zaman bu fıçı, atılım organları ile biraz boşaltılır, yer açılır. Ancak fıçının kapasitesi sonsuz değildir, zamanla ağzına kadar dolar, taşmaya başlar, hele ki hoyrat kullanıyorsak çok daha erken dolar. Fıçıya attıklarımız çok, fıçıyı boşaltma sıklığımız az ise kısa sürede kapasitesi aşılır.

Sonuç “HASTALIK”tır. Hangi hastalığın ortaya çıkacağını, nasıl hastalık bulguları göstereceğimizi belirleyen de genlerimizdir.


Genetik yapımız bizi bazı hastalıklara eğilimli kılabilir. Ancak genetik faktörler bizim asla değiştirilemez kaderimiz değildir. Genler sessizdir, hareketsizdir; bir proje, plan gibi dosyalarda, raflarda saklanır; ta ki onu harekete geçirecek sinyali alana kadar. Hastalık ilişkili bir gene sahip olmamız, bir gün mutlaka hasta olacağımız anlamına gelmez. Hastalık genlerini harekete geçirecek olumsuz faktörler azaltılır ve “bağışıklık fıçısının” limitini aşması önlenirse hastalıkların ortaya çıkması önlenebilir. Hasta olduktan sonra da çözümsüz değiliz. “Bağışıklık fıçısı”nı daha çok taşıracak etkenleri azaltmak ya da fıçıyı boşaltacak yolları harekete geçirmek şansımız her aşamada var.

Haydi Bağışıklık Fıçımızı Boşaltalım

Şimdi bağışıklık fıçımızın çabucak dolmasını nasıl önleriz, bir bakalım
Birinci madde ELEKTROMANYETİK MARUZİYET, çağın en büyük ve belki de en tehlikeli kirliliği. En kötüsü pek çok araştırmacı tarafından zararlı bir etken olarak dikkate alınmadığı için yeterince araştırılmıyor. Daha da kötüsü hastalıklara neden olduğuna dair saptanan veriler hasır altı ediliyor, tıpkı 60-70 yıl önce sigarada olduğu gibi. Elektromanyetik maruziyet deyince akla ilk gelenler cep telefonu ve kablosuz internet bağlantıları. Ancak zararlı etkenler bunlarla sınırlı değil. Evde kullandığımız kablosuz telefonlar, bebek telsizleri, televizyon başta olmak üzere her türlü elektrikli ev aleti. Benim için şaşırtıcı bir bilgi, en fazla elektromanyetik alan yaratan ev aletlerinden biri saç kurutma makinesi. 

Hayatımıza bu kadar nüfuz eden bu etkenden nasıl kaçınmalı? Öncelikle yaşam alanlarımızı düzenlemek gerekli. Bu tür alan yaratan cihazlar bize ne kadar yakınsa o kadar zararlı. Bahsi geçen cihazlara özellikle uyku sırasında yakın olmamak, kullanmadığımız zamanlarda kablosuz internet bağlantısını kapatmak şart. Başucunuzda cep telefonu, elektrikli saat vb ile uyumayın !! Bazı yarı değerli taşların da bu zararlı etkiler azalttığı biliniyor. Ama en güzel çözüm, mümkün olduğunca tatillerde doğayla buluşmak, şehirde hapsolduğumuz bu elektromanyetik kafesten kurtulmak.

İkinci madde ALERJİLER. Alerjiler bağışıklık sisteminizi sürekli meşgul eden, bağışıklık fıçımızı hızla dolduran etkenlerin başında geliyor. Özellikle besin alerjileri. Pek çok alerjen giriş kapısından farklı bir yerde etki gösterdiği için gözümüzden kaçıyor sıklıkla. Yani besin alerjileri kendini solunum yolu ödemi, burun akıntısı, cilt döküntüsü olarak gösterebiliyor. Bu nedenle biz de etkeni solunumla alınan toz, polen vb. kaynaklarda arayınca tanı konamıyor, tedavi gecikiyor. Alerjilerimizi büyük bir tren gibi düşünürsek, bu treni çeken 3 önemli lokomotif alerjen var. Buğday, yumurta ve inek sütü. Bu etkenlere rafine şeker de eklenebilir. Bu lokomotif alerjilerin çözümü sağlanırsa, bağışıklık sistemimiz diğer alerjilerle çok daha kolay başa çıkıyor, fıçımızı fazla doldurmuyor. Özellikle yıllar boyu daha iyi verim almak için genetiğiyle çokça oynanmış “BUĞDAY” bağışıklığımızı ciddi biçimde zorluyor. Alerjilerin tek çözümü alerji yapan etkenden kaçınmak değil, bu konuda da farklı çözüm yolları mümkün.

Toksik Maddeler kendi başına yazı değil, ansiklopedi konusu. Yediğimiz genetiği değiştirilmiş gıdalardan, gıda koruyucularına, aşılardaki ağır metallerden, şehirde soluduğumuz havadaki zararlı gazlara, kullandığınız kozmetiklerdeki toksik etkili maddelerden, sebze meyvelerdeki böcek ilaçlarına binlercesiyle karşılaşıyoruz her gün. Tamamen kaçınmak mümkün değil, ancak en aza indirmek olası. 

Gıdalar konusunda birkaç öneri: En önemlisi “PAKETLİ GIDA TÜKETMEYİN”. Mümkün olduğunca organik pazarlardan, yerel üreticiden alınan sebze, meyve, yumurta, et, tavuk tüketin. Daha pahalı olsa da mümkün olduğunca organik ürün satan marketleri, reyonları tercih edin. Gıda maddelerinizi, suyunuzu camda muhafaza edin; plastikten kaçının. Aldığınız taze sebze, meyve, hatta badem, ceviz, kuru üzüm gibi kurutulmuş gıdaları tüketmeden önce kısa süre az miktarda elma sirkesi katılmış suda bekletin. 

Kozmetiklerdeki, özellikle parfüm ve deodorantlardaki alüminyumdan kaçınmak da şart.

MİKROPLAR ve enfeksiyonlar fıçıyı dolduran önemli etkenlerden. Pek çok mikrop, kronik hastalıkların başlangıç tetiğini çekebiliyor. Romatizmal eklem rahatsızlıklarının birçoğunda süreci başlatan mikroplar. Bazı kanserler için de aynı durum söz konusu. Yeni yeni fark edilen bir başka durum ise pek çok kronik hastalığın aslında mikrobik bir etkenden kaynaklandığı. Örneğin “Fibromiyalji”, “MS – Multipl Skleroz”, hatta şeker hastalığının zemininde mikrobik etkenlerin rol oynayabileceği düşünülüyor. Tüm mikroplar arasında “CANDİDA” denen bir çeşit mantar enfeksiyonuna ayrı parantez açmak gerekli. Bu mantar vücudun hemen her yerinde yerleşip beklenmedik bulgularla kendini gösterebiliyor.

Bağırsaklarımızın, bağışıklık sistemimizin önemli bir parçası olduğunu biliyor muydunuz ? Vücudumuzda bize ait bulunan hücrelerden çok daha fazla sayıda mikrop barındırıyoruz ve bunların çoğu bağırsaklarımızda. Bağırsak mikroplarının çoğu bize faydalı ve belli bir düzende varlıklarını sürdürüyorlar. Ancak bu düzen bozulup, zararlı mikroplar arttığında, bağışıklık sistemimizin de bütün düzeni bozuluyor. Zararlı bakteriler bağırsakta sayıca çoğaldığında bağırsak duvarlarının yapısını bozuyorlar. Sonuçta bağırsaktan emilmemesi gereken besin artıkları ve maddeler emilip kana karışıyor ve vücutta hastalıklara neden olan süreçler başlıyor.

Bağırsak düzenini bozan en önemli faktör beslenme şekli. Şekerli ve işlenmiş gıdalar; paketlenmiş, yapay koruyucular içeren ürünler zararlı mikropların artmasına zemin oluşturuyor. Gereksiz kullanılan antibiyotikler ise bir diğer önemli sorun, bağırsaktaki yararlı mikropları ortadan kaldırıp, fırsatçı zararlı mikropların çoğalmasını kolaylaştırıyor. Pek çok besin maddesiyle de bu antibiyotikleri aldığımız gibi, bazı diş macunlarında bile antibiyotik mevcut.

Yapılması gerekenler basit ama bir o kadar da özen gerektiriyor. Başta meşrubatlar olmak üzere rafine şeker içeren gıdalardan kaçınmamız gerekli. Paketli gıdaları ise bırakmak şart. Besinlerimizi olabildiğince pazarlardan ve yerel üreticilerden almak; tavuk, et, balık ve yumurta gibi gıdalar için de organik ürünleri seçmeye çalışmak lazım. Bağırsak düzenini sağlayan yararlı bakterileri yerine koymanın bir diğer yolu “probiyotik” denen besin destekleri. Probiyotik etkisi gösteren doğal ürün ise evde üretilmiş kefir.
Dişlerimiz ve diş etlerimizin sağlığımız için ne kadar önemli olduğunu çoğu doktor bile farkında değil. Diş eti iltihabının, romatizmal hastalıklar ve bazı kanserleri artırdığı gösterilmiş. Devam eden diş sorunları da çok zaman başarısız tedavi nedeni. Dişlerde kullanılan amalgam ise bir başka kocaman sorun. Uzun süre, hatta hala bazı diş hekimleri amalgam dolguların tehlikesinin farkında değil. Bu tür dolguların içeriğinde pek çok metal ile beraber insanlar için zararlı olan civa mevcut. Civalı termometrelerin bile kullanımı yasaklanmışken, ağzımızın içinde, hayatımız boyunca yavaş yavaş salınan bir civa kütlesi taşımak akıl karı değil. Bu tür dolguların bir diğer sakıncası içerdikleri metaller nedeniyle adeta bir anten görevi görmeleri ve çevredeki zararlı elektromanyetik dalgaların vücutta yoğunlaşmasına neden olmaları.

Dişlerimizin düzenli kontrolü şart. Artık çok uygulanmamakla beraber amalgam dolgu kesinlikle kullanılmamalı. Mevcut amalgam dolguların da çıkarılması gerekli. Ancak bu dolgular çıkarılırken de yoğun biçimde civa bıraktıkları için bu konuda deneyimli, ön hazırlık konusunda bilgisi olan diş hekimlerini tercih etmenizi öneririm. Bir diğer yol da ön hazırlığın “BİYOREZONANS” metoduyla yapılması.

Modern çağlarda bağışıklık fıçımızı en hızlı dolduran etken “STRES”. Hayatın içinde olup da stresten uzak kalmak hiçbirimiz için olası değil. Stres yapan faktörleri olabildiğince azalttıktan sonra “Stresle başa çıkma” yollarını geliştirmek gerekli. Herkesin kendine ait yöntemleri olabilir. Ancak bir hekim olarak benim fikrim “ANTİDEPRESAN İLAÇLAR ÇÖZÜM DEĞİL”. Kısa süreli kullanımlar bazı hallerde gerekli olabilse de pek çok hastamın yıllardır antidepresan kullandığını görüyorum ve bunu doğru bulmadığımı kendilerine de söylüyorum. Akupunktur, meditasyon, yoga, benim de zaman zaman hastalarıma uyguladığım psikokinesyoloji, matriks tedavisi, EFT tedavisi daha kalıcı, etkili ve zarar vermeyen yollar. D vitamini eksikliği ve barsak florasının bozulması da depresyona neden olan diğer önemli etkenler. Ancak kişisel görüşüm hayata bakış açımızı gözden geçirmemiz gerektiği. Kısa sayılacak yaşamamızın bu kocaman düzen içinde bir yeri, önemi olduğuna; yaşadığımız hayatın tek bir yaşam döngüsünden ibaret olmayıp, farklı boyut ve mekanlarda devam ettiğine inanıyorum. Basit bir mantıkla anne karnında bir cenin iken tüm yaşamı ana rahminden ibaret sanırken, doğumla bambaşka, kocaman ve sınırsız olan bir dünyaya geliyoruz. Ölüm sonrasının da doğum benzeri bir tecrübe olacağını ve bu defa gerçekten sınırsız yaşamı tanıyacağımız düşüncesindeyim.

Bağışıklık Fıçısı Nasıl Boşaltılır?


İlk bilmemiz gereken “VÜCUT KENDİNİ KORUMAYI BİLİR”, yeter ki biz izin verelim. Vücudumuza zararlı etkenlerin atılması için pek çok sistem çalışıyor sürekli: Böbrekler, karaciğer, akciğerler, deri gibi. Yapmamız gereken bu sistemlerin çalışmasına olanak vermek. Öncelikle sistemin çalışmasına engel olmayalım. Nasıl mı? Sigara, fazla alkol, şeker, çok zaman buğday ürünleri tüketmek sistemi bozan etkenler. “SU” ise çok önemli bir faktör. Tüm bu atılım sistemlerinin doğru çalışması için yeterli suya ihtiyacımız var. Temiz, saf, toksik madde içermeyen suya. Düzenli ve uygun egzersiz, sağlıklı bir ortamda yeterince alınan uyku da bu sistemleri harekete geçiriyor. Atılım organlarını destekleyecek diğer gıdalar, destekler bir başka yazının konusu. Fıçıyı boşaltmanın bir başka yolu da akupunktur, tabii ki durumumuzu doldur-boşalt şeklinde bir havuz problemine çevirmemek için yaşam biçimimiz ve beslenmemizde yapılması gerekenleri yaptıktan sonra uygulanırsa çok daha etkili bir yöntem.