Alerjiler, Astım Ve Akupunktur

Astım Ve Akupunktur

Alerjiler, Astım Ve Akupunktur

Alerjiler, Astım Ve Akupunktur

Astım Ve Akupunktur

Batı tıbbında bizlere öğretilene göre, alerjilerde yapılacaklar üç aşağı beş yukarı bellidir. Bulunabiliyorsa alerjiye yol açan etkenden kaçınılır, bulunamıyorsa anti-histaminik, mast hücre stabilizatörleri, steroid gibi ilaçlarla semptomlar rahatlatılmaya, ataklar atlatılmaya çalışılır veya başarı şansları düşük olan, zaman alıcı, aşılama-immunoterapi seçenekleri denenir. Çoğu zaman da alerjen ya bulunamaz ya da bulunursa da sürekli olarak kaçınılabilmesi mümkün olmaz. 

Alerjiye ait akut semptomlar varsa yani örneğin polen mevsiminde rüzgarlı bir havada dışarı çıktığında kişi, hapşırma, burun tıkanıklığı, burun ve geniz akıntısı gibi klasik şikayetler yaşıyorsa bu durumda etkenin polen olduğunu söylemek mümkün olabilir. Buradaki süreç tıpta IgE aracılı hipersensitivite olarak adlandırılır ve testlerde de genelde belli bir allerjen maddeye karşı vücuttaki IgE adlı madde aranır. Yani vücuttaki olası bir tepki araştırılır.

Ancak sebep olan alerjen ile semptomlar arasında zaman varsa, süreç geç hipersensitivite reaksiyonu dediğimiz bir başka molekül üzerinden örneğin IgG üzerinden gidiyorsa bu durumda şikayetler ile sebep arasında ilişkiyi kurabilmek güçleşebilir. Örneğin inek sütü alerjisinin astımın altta yatan sebebi olabilmesi gibi. Vücut öyle bir bütün ki bizler süt içince alerji varsa ishal olunur diye düşünebiliriz oysa ki bu bütünsellik içinde reaksiyon bambaşka bir yerde kendisini mukozal ödem ve buna bağlı kronik sinüzit olarak gösterebilir. Bu noktada vücut bütünlüğünü hastalarıma anlatırken verdiğim örneğe burada da yer vereceğim. Bedeninizi, kapalı bir havuz sistemi gibi düşünün ve havuzun içinde de hayatımızın özü olan su olsun. Nasıl ki bu havuzun içine bir küçük taş attığınızda bu taş sadece atıldığı yerde kalmaz, halkalar oluşturur ve er ya da geç, az veya çok bu dalga, bir karşı kenarda kıyıya vurur ve etki yaratırsa, vücudumuz da böyle düşünülebilir; yediğiniz, içtiğiniz, cildinize sürdüğünüz, soluduğunuz, kokladığınız, düşündüğünüz, hissettiğiniz her şeyin bir etkisi vardır ve bu etki tüm sistemi ama az ama çok etkiler. 

Tamamlayıcı tıp açısından buzdağının altına indiğimizde ise, yine kinezyolojik muayene ile yani vücudunun otonom sinir sistemi üzerinden elde edilen bir tepkiye bakarak hangi maddelerin o kişiye dokunduğunu, hangi maddenin o kişiye iyi geldiğini, negatif tepki oluşturmadığını anlayabilmek mümkün. Ardından bu bilgileri akupunktur seanslarının kişiye özel düzenlenmesinde kullanıyoruz.  Akupunkturun alerjiler üzerine etkisi, var olan alerjenlere karşı bağışıklık sisteminin yanıtını düzenlemek şeklinde oluyor; Hastalarımızın çoğunda daha ilk birkaç seansta dramatik değişikliklerin başladığını hatta daha seans anında burnu açılan veya astım atakları duran, ilaç ihtiyacı azalan-ortadan kalkan hastalarımız olduğunu mutlulukla söyleyebilirim.

Alerjilerde Barsak Geçirgenliğinin Ve Dengesinin Etkisi

Barsakları vücudumuzun kalesi olarak düşünebiliriz. Barsak duvarı da bu kalenin duvarıdır. Ancak barsaklar sağlamsa, sağlık tamdır. Bu kalenin duvarını oluşturan taşların, çimentonun, harcın sağlam ve sımsıkı bir ilişki içinde olması gereklidir. Bu sıkı ilişkiye tıpta “tight junction” denir. Barsakların içinde besin ögeleri ancak ve tam olarak sindirilip en küçük yapıtaşlarına ayrıldıktan sonra bu küçük aralıklardan kana geçebilir. Daha büyük, tam sindirilmemiş yapılar ise barsağın içinde kalır ve kana geçebilmesine izin verilmez. Yanlış yaşam koşulları, aynı bir savaşta mancınıkla ateş toplarının kale duvarına atılması misali, bu duvarda gediklere, açılmalara sebebiyet verir. Bu noktada artık barsak içinde tam sindirilememiş besin artıkları, bu büyük deliklerden kana geçebilmeye başlarlar. İşte buna “sızdıran barsak sendromu” veya İngilizce adıyla “leaky gut syndrome” diyoruz. Tam sindirilmemiş besin artıkları ise genelde proteinden meydana gelir. Mikroorganizmaların toksinlerinin de yapısını genelde proteinler oluşturur. Bağışıklık sistemi, bu anormal protein yapılarına karşı aynı bakteri toksinlerine verdiği tepkileri başlatır. Bedenin, kendine zararı dokunacak yabancı yapılardan temizlenmesi gerekir.

Şimdi kısa bir ara verip barsak geçirgenliğini en çok bozan etkenlere bir bakalım:

  1. Her türlü stres ; ama bedensel, ama fiziksel, ama ruhsal, ama zihinsel. 
  2. Yanlış beslenme; işlenmiş, paketlenmiş, GDO’lu, mevsiminde yetişmeyen-hormonlu, fabrikasyon besinlerin tüketilmesi
  3. Gereksiz antibiyotik kullanımı
  4. Paraziter, bakteriyel, viral, mantara bağlı etkenlerin varlığı
  5. Çevresel toksinler; etilenglikol, formaldehid, etilalkol vb.
  6. Ağır metaller ; civa, alüminyum, kadmiyum, kurşun vb.
  7. Diğer etkenler örneğin; elektromanyetik maruziyet

Vurgulanması gereken bir diğer önemli husus da yapılan alerji testlerinin ve besin intoleransı testlerinin, barsak geçirgenliğinden doğrudan etkilenecek olmalarıdır. Yani bu testler kabaca, yapıldığı zamanı niteler, bir ömür boyu mahkumiyeti değil (Saf genetik zeminde gelişen hastalıklar hariç). Barsaklar düzelirse, besin intoleransları da alerjiler de iyileşebilmeye adaydır. Bu durum sıklıkla klinik izlemde gözlemlediğimiz durumdur. Yani tamamlayıcı tıp bakış açısında ele alacağımız ana hedeflerden birisi hem yaşam ve beslenme koşullarıyla, hem vitamin mineral destekleriyle hem de akupunkturla barsak sisteminin yeniden düzenlenmesi ve sağlamlaştırılmasıdır.

Çok önemli bir bağlantı da histamin adı verilen ve alerjilerde rol oynayan maddenin dengesinin yine barsaklarda sağlanmasıdır. Bu konuda daha detaylı bilgi için lütfen histamin intoleransı yazımızı da okuyunuz. 

Yine tamamlayıcı tıp bakış açısıyla alerjileri bir trene benzetiyoruz. Bu trenin bir lokomotifi ve birçok vagonları olduğu benzetmesinden yola çıkıyoruz. Şöyle ki; majör alerjenler dediğimiz glüten, inek sütü, buğday, yumurta kimi zaman da Ascaris gibi paraziter etkenler lokomotifte yer almaktadır. Vagonlarda ise çok daha minör etkileri olan örneğin polen, ev tozları, akarlar, domates vb besinlere yönelik alerjenler yer alır. Ana alerjeni ele alıp vücudun tepkisini düzenlediğimizde ise lokomotifle beraber vagonlar da durmakta ve örneğin vagonlarda oturan polenler eskisi kadar tepki yaratmamaya başlamaktadır. Yani her bir etkeni teker teker ele almak yerine, hedefi, tabiri caiz ise 12’den vuracak ana atışı yaptığımız zaman, bedenimiz diğer alerjenlere tepkisini kendisi regüle edebilmektedir. 

Alerjik yakınmalarda ve astımda, etkeni saptayıp bu etkene yönelik vücudun bağışıklık yanıtını düzenlemek mümkündür. Yapılan çalışmalar akupunkturun, natural killer dediğimiz doğal katil bağışıklık hücrelerinde sayıyı artırabildiğini, otoimmun ve alerjik hastalıkların asıl kökeninde yatan Th1 / Th2 (yardımcı T hücrelerinin 1 ve 2. Alt grupları, bu hücreler lenfosit grubu savaşçı hücrelerdir) oranını dengelediğini göstermektedir.  Tedavilerde başarı kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir, tedavilere hastaların etkin katılımı ve kişiye özel tedavi protokollerinin uygulanması ile başarı şansı artar.