Hashimoto Hastalığı ve Diğer Otoimmun Hastalıklara Bütünsel ve Tamamlayıcı Tıp Bakış Açısı

Hashimoto Hastalığı

Hashimoto Hastalığı ve Diğer Otoimmun Hastalıklara Bütünsel ve Tamamlayıcı Tıp Bakış Açısı

Hashimoto Hastalığı ve Diğer Otoimmun Hastalıklara Bütünsel ve Tamamlayıcı Tıp Bakış Açısı

Hashimoto Hastalığı

Klasik tıp fakültesi bilgisidir: “Hashimoto, tiroid bezinin hastalığıdır. Bağışıklık sistemi, tiroide saldırır. Bu duruma otoimmunite denir. Otoimmun hastalıkların sebebi belli değildir, duruma göre alevlenmeler, ataklar ve yatışmalar olabilir. Organ hasarlanması olursa duruma göre ilaç tedavisi düzenlenebilir örneğin tiroid için tiroid hormonu vermek gibi. Bağışıklık yolunu şaşırmıştır ve kendi vücut dokularına saldırır. Yapacak bir şey çok fazla da yoktur. Stres yapma sen...” Hem zaten ne beter hastalıklar vardır, bu nedir ki? Şükretmelidir insan haline, değil mi ama yani?

Bir noktaya kadar bu cümlelerde haklılık payı vardır. Nereden baktığınıza bağlı olarak (eğer buzdağının üzerine bakıyorsanız) tamamı da doğru olabilir. Batı tıbbında bu noktada söz ve çare tükenmiştir de denebilir. Tiroid hormonu verip periyodik olarak hormon takipleri yaparak kan değerlerini takip etmek yeterlidir. Gerçekten yeterli midir? Tiroid hormonu verince herşey tamam mı? Tahlillere bakınca herşey normal ama hastanın şikayetleri devam ediyor, bu durumu nereye yerleştireceğiz, nasıl ele alacağız peki?

Yoksa Hashimoto ve diğer otoimmun hastalıklara başka bir açıdan, buzdağının altında yatan etkenlerden bakınca, farklı yorumlar getirmek ve iyileşebilmek mümkün müdür? Evet… 

Hem henüz tiroid hormon yetmezliği gelişmemiş (hormon düzeyleri normal ancak otoantikor seviyeleri yüksek), başlangıç durumundaki kişilerde, hem de tiroid bezinde harabiyet meydana gelmiş olan ve tiroid hormonu kullanan hastalarda süreci durdurmak ve geri çevirebilmek mümkündür. Yeter ki evre 4 tiroid hasarı dediğimiz kronik lenfositik infiltrasyon yani kalıcı doku hasarı yerleşmemiş olsun.

Öncelikle bakış açımızı değiştirince neler gördüğümüze bir bakalım:

  • Hashimoto Hastalığı basit bir tiroid hastalığı değildir. Bir bağışıklık hastalığıdır. Dolayısıyla tiroid bezindeki savaş nedeniyle doku harabiyeti meydana gelmeden önce koruyucu hekimlik adımlarıyla, hastayla işbirliği yaparak önlem alabilmek mümkündür. Keza tam da bağışıklık hastalığı olduğu için zaten, hasar meydana geldikten sonra sadece tiroid hormonu ile tedavi etmek de şikayetlerin geçmesini sağlayamayabilir çünkü arka planda tiroid bezine saldırı sürüp gider, bedeniniz bir yangın yeri ya da savaş meydanı olmaya devam eder. Tiroid hormonu vermek ise yangına su dökmeyi sağlamaz, savaşı durdurmaz, elbette gereklidir ancak yaptığı şey eksilen hormonu takviye etmektir, o kadar. 
  • Otoimmuniteyi başlatan etkenleri ortaya çıkarıp bunlara yönelik yaşam değişiklikleri, destek tedavileri, önlemler getirdiğinizde, iyileşme mümkündür, savaş ancak o zaman durabilir. Yani “ne oluyor da vücudumuzun kendi dokuları kendisine yabancı hale geliyor?” sorusunu sormak doğru çıkış noktasıdır.
  • “Ne oluyor da vücudumuzun kendi dokuları kendisine yabancı hale geliyor?” sorusunu sorduğumuzda karşımıza ana başlıklar halinde birçok madde çıktığını görüyoruz. Öncelikle beslenme ve barsak sağlığı en önemli etken. Buğday, glüten, inek sütü proteinleri tiroid dokusunun protein yapısı ile benzerlik gösteriyor. Dolayısıyla bu gıda maddelerinden birisine karşı vücudunuzda bir tepki, hassasiyet varsa, bağışıklık sisteminin çapraz reaksiyon dediğimiz bir yolla gidip tiroid bezinize saldırması da olası. Gıda maddelerine karşı intolerans ise barsak sistemindeki dengesizliklerden kaynaklanıyor çoğu kez. Bunun için barsak geçirgenliği ve barsak florası yazılarımıza bakınız. Dolayısıyla beslenme çok ama çok önemli. Keza barsak dengesi, bütünsel sağlık açısından ana hedeflerimizden.
  • Ağır metallerin varlığı yine otoimmuniteyi başlatan başka önemli bir etken olabilir. Alüminyum, civa, kadmiyum, kurşun en sık gördüğümüz ağır metaller. Kişide hangi ağır metallerin olduğuna, kaynaklarının neler olabileceğine yönelerek yaşam değişikliklerini beraberce planlamak lazım. Kozmetiklerden tutun, kurşun kaplı su borularına, sigaraya, dövmelerdeki boyalara dek hepsi etken.
  • Stresin her türlüsü , ama bedensel, ama mental ama duygusal… Stres altında vücudumuzdaki en önemli işleyişlerden birisi, ana dişli çarklardan birisi olan hipofiz-hipotalamus-adrenal eksende sapmalar meydana geliyor. Yani Türkçesi, stres altında başa çıkabilmekle ilgili birçok hormonal değişiklik meydana geliyor ve bu değişikliklerin dönüp etkilediği yerlerden birisi yine barsak sistemi. Dolayısıyla tedavide ana hedeflerden bir diğeri, stresin ve böbreküstü bezlerinden tetiklenen stres hormonlarının dengelenmesi. 
  • Bakteriyel ve viral yüklenmeler, en başta stafilokok, streptokok, echericia coli, borrelia, brusella vb. bakteriler, herpes virüsleri, sitomegalovirüs (CMV), Ebstein Barr virüsü (EBV) gibi virüsler tiroid bezini kendisine hedef alıp otoimmun süreçlerin tetiğini çekebiliyor, başlatıcısı olabiliyor. Çoğunlukla bu mikroorganizmalar, bu süreçleri hücrelerimizin içine saklanarak, kendi DNA veya genom bilgilerini bizim hücrelerimizin DNA’larına kodlayarak ve sonuçta bize yabancı proteinler üretmemize sebep olarak, başlatıyorlar. Ondan sonrası “yandı gülüm keten helva…” 
  • Eksik vitamin, mineral dengesi. Örneğin bir hastada selenyum eksikliği hastalık tablosunda önemli pay sahibiyken, bir diğer hastada D vitamini eksikliği bağışıklık dengesini bozmada etken olabilir. Dolayısıyla bu etkenleri de yine etraflıca değerlendirmek gereklidir.
  • Çevresel toksinler; en başta BPA yani bisfenol A kaynaklarına yönelmek ve sorgulamak, ardından da vital su kaynaklarına yönelmek gerekir. BPA, plastiklerde bulunan bir hormonal eksen bozucu etkeni yani şu bahsettiğimiz HPA eksenini dağıtıp atmak gibi bir etkisi var. Ek olarak formaldehid, etilenglikol, etilalkol vb birçok çevresel toksin tiroidimiz, karaciğerimiz ve sinir sistemimiz başta olmak üzere vücudumuzda toksik etkiler yaratabiliyor. Keza diş macunlarında ve kişisel bakım ürünlerinde bulunan triklosan adlı maddenin de yine hormonlar ve tiroid bezi ile olumsuz etkileşim içinde olduğu bulunmuş.

Dolayısıyla buzdağının üzerinde, hastalığın adı veya yarattığı şikayetler benzer olsa da, buzdağının altında tamamen o kişiye özgü etkenler yatar. Kimi hastada olayı tetikleyen bardağı taşıran son etken örneğin boşanma sonrası korkular ve stres olabilirken, kimi hastada bir üst solunum yolu enfeksiyonu son damladır ve ardından hastalık başlar. Bu iki hastayı aynı kefeye koyarak yaklaşmak yerine her hastayı kendi içinde kendine has koşullarda değerlendirmeyi, beslenmesini düzenlemeyi, stres faktörlerine yönelik beraberce yol almayı, varsa ağrı metal kaynaklarını-çevresel toksinleri tespit etmeyi ve buna yönelik gerekli yaşam değişikliklerini planlamayı da iyileşmede hesaba katmak ve düzenlemek gerekli. Tüm bunları düzenlerken, hastanın kendisine de pay düştüğünü söylememiz şart. Tabiri caiz ise bizlerin yeri arabanın sağ koltuğunda sizlere parkuru ve yol haritasını belirlemek, sizlerin yeri ise sol koltuk. Yani gaz pedalı da fren pedalı da direksiyon da sizlerde. Önerilen değişiklikleri yaşam şekli haline getirdikten sonra, vücudunuzun iyileşme mekanizmalarını düzenlemek ve desteklemek bizim işimiz. Bunu yaparken hem Batı tıbbının olanaklarını hem de örneğin akupunkturun bağışıklık sistemi, stres, hormonlar, barsak düzeni ve florası, bağ dokusunda yerleşen toksinleri hareketlendirme ve toksin atılım organlarını destekleme gibi etkilerini kullanıyoruz. Ancak beklentiniz, herşey olduğu gibi kalsın ama doktor iki ilaç yazsın, vücudunuza da her hafta akupunktur yapılsın ve kendiliğinden herşey yoluna girsin ise, bu beklentinizin yerini maalesef bulamayacağını ve açıkçası değişim için kendi gücünüzü de oldukça azımsıyor olduğunuzu belirtmeliyiz. Yani değişim mümkün, güç sizde ve biz de bu yolda yanınızdayız.